26 Nisan 2014 Cumartesi

Anadolu Keşfediliyorsun! :)

Yeşil bir dünya istiyorum, barış dolu bir dünya istiyorum, pembe gözlüklü insanların bol olduğu bir dünya istiyorum bir de mümkünse sınavsız bir dünya istiyoruuuuuum! Mümkün müdür evren?

Sınavlar, okul, quizler, iş, yapılması gerekenler. Liste çok kabarık çooook. Biraz soluklanmak da gerek doğal olarak di mi ama?  İşte tam da böyle bir yoğunlukta sevgili Akselerasyon blog yazarının kırmızı fırlama Renault Clio ile olan test sürüşüne biz de dahil olduk ve Anadolu Kavağı- Anadolu Feneri turumuza başladık.

Uzun ama eğlenceli bir yol geçiriyorduk tam da Anadolu Fenerine yaklaşmıştık ki karşımıza eğlencemizi yerle bir edecek bir manzara çıktı. 3. köprü inşaatından arda kalan bozkır manzarası! Eğlenceli halimiz ve gülen yüzlerimizin yerini sinirli suratlar aldı. Şimdi size de soruyorum. İstanbul daha fazla ne kadar büyeyebilir? Daha fazla  ne kadar gökdelen dikilebilir? Bu soruların cevaplarını düşünmeyi size bırakıyorum çünkü biz çok cevap aradık ama bulamadık. Sitemli ve kafamızda sorular kalarak yolumuza devam ettik.

Yolumuzun ilk durağı Anadolu Feneri oldu. Denizi gören ben, arabadan koşarcasına atladım ve manzaranın kıyısına gittim. Şimdi o mükemmel manzarayı size anlatacağım. Gözlerinizi kapatın ve hazır olun! Mis gibi bir deniz kokusu burnunuza çarpıyor,dalga seslerini duyuyorsunuz ve sonra aşağıya baktığınızda denizin dibini görebileceğiniz uçsuz bucaksız bir koy sizi selamlıyor. Özgürlüğü hissediyorsunuz, aşağıya baktıığınızda ise biraz ürperti ama ruhunuz huzurlu.İşte böyle bir yer Anadolu Feneri.

Ayrıca uyumak için de harika bir yer olmalı, en azından küçük dostumuz öyle düşünmüş :)
Anadolu fenerinden sonraki durağımız Yoros Kalesi oldu. Karnımız acıkmaya başlamıştı, biz de gezmeden önce bir karnımızı doyuralım dedik ve Yoros Cafe'ye oturduk. Oturmaz olaydık, hayatımda bu kadar yavaş bir servis görmedim. Allahtan harika bir manzara vardı ve servisin yavaşlığını bir nebze de olsa kapatıyordu. Balıklarımızı yedik, biralarımızı yudumladık ve manzaranın keyfini çıkardık. Yemekten sonra yorgunluğumuzu hissetmeye başlamıştık. Ve dönüş yolu için kırmızı fırlama Clio'ya atladık. Dönüş yolu hakkında yorum yapamayacağım, çünkü uyuyakalmışım :)


Bize bu geziyi sağlayan Mert Alpkoçak'a teşekkürler.Kırmızı fırlama Renault Clio detaylı test yazısını okumak için Akselerasyon otomobil blogunu ziyaret etmeyi unutmayın.

Anadolu da en az Avrupa kadar eşsiz özelliklere sahip. Bu gezide en çok bunu anladım. Bir gün umarım yolunuz düşer demiyorum bence düşmeli çünkü. Bu manzara ve huzur kaçırılamaaaaz! Ders arasında yaptığımız bu ekmek arası gezi bana bir kere daha hayatı kaçırmamamız gerektiğini ve herkesin zaman zaman biraz molaya ihtiyacı olduğunu hatırlattı! Artık hayal ekspresimle birlikte ekmek arası gezileri çoğaltmaya karar verdik, siz de bize katılmak ister misiniz? :)

21 Nisan 2014 Pazartesi

Aselsan Macerası ! :)

İnsanın karşısına ne zaman , hangi fırsatın çıkacağı hiç belli olmuyor. Üzüldüğünüz, yakındığınız şeyler bazen hayatınızda öyle bir parlıyor ki şaşakalıyorsunuz. İşte Aselsan macerası da benim için aynen böyle oldu.

Daha önce Koç Üniversitesi'nde bir etkinliğe gittiğimden bahsetmiştim. Etkinliğin benim için en ilgi çekici kısmı aslında vaka analizi kısmı idi. Büyük bir heyecanla özgeçmişimi yollamıştım, bekliyordum ki FMCG'den biri seçsin. Ama öyle olmadı. Öğrendim ki Aselsan'ın vaka analizine girecekmişim. E iyi dedim, bu evrenin bir işareti olsa gerek. Neyse girdik vaka analizine, bizi bir dakikalık mülakat yapacaklarını söylediler.Mülakat sonunda başarılı olan 3 kişi Aselsan'da bir gün geçirebilecekti. Hayal ettiğimde aslında oldukça cazip gelmişti, gizli sırları olan bu şirketi gezmek çok tatlı olabilirdi. Mülakatlar başladı ben de sıranın en sonundayım , hadi tamam çok heyecanlı değilimdir bu konularda ama dinledikçe dudaklarımı kemirmeye başladım. Robot yarışmalarına mı gidenler dersiniz, dereceleri odalarını süsleyenler mi dersiniz, 5 dil bilen dahi ler bile vardı yani o derece. Sıra bana geldi , kalktım ve tek birşey anlattım hayallerimi. Yaptığım onca şeyden bahsetmedim bile, söylediğim belki de en akademik bilgi tam burslu olduğumdu. Mülakkattan sonra kendimle gurur duyduğum tek nokta en azından insanların yüzünde gülücükler bırakmış olmamdı. Hayat amacıma kısa bir süre de olsa bile  ulaşmıştım anlayacağınız :)


Etkinlik bitti , aradan uzun bir zaman geçti Aselsan'dan ses seda çıkmadı ben de dedim herhalde olmadı. Derken bir gün Aselsan İnsan Kaynakları Uzmanı Demet Hanım beni aradı. Mülakatlarda başarılı olduğumu ve 2 Nisan çarşamba günü benimle birlikte 9 kişiyi daha Aselsan'a bekledikleri müjdesini verdi. Hiç aklımda olmayan bir sektör, aklımda olmayan bir gezi derken ben gitmeye karar verdim.

Uzun ve yorucu günlerin ardından bu yolculuğu kaldırır mıyım, kaldıramaz mıyım derken, kendimi Aselsan'ın giriş kapısında buluverdim.

Koç Üniversitesi'nde beraber mülakata girdiğim kişiler de oradaydı. Hakan Bey ve Orhan Bey bizi aldılar (her zamanki gibi enerjik ve güleryüzlüydüler :) ) ve içeri girdik. Aselsan'a ilk girdiğim andan itibaren çok sıcak bir yer gibi geldi bana ,tabii bunda Aselsan İnsan Kaynakları'nın çok büyük bir etkisi olduğu da yadsınamaz bir gerçek. İnsan Kaynakları Departmanının da bulunduğu binadan içeri girdik, bir mülakat odasına alındık (ama mülakat için değil tabi ki :) ). Burada inanılmaz tatlı ve güzel bir sohbet havası vardı. Konuştukça ve birbirimiz hakkında ufak ipuçları aldıkça daha da sıcak bir ortam oluşmaya başladı. Orada bulunan 10 kişinin de ayrı ayrı maceraları, ayrı hedefleri vardı. Daha ilk dakikalarda gelmenin doğru karar olduğunu anladım anlayacağınız.



Biraz kaynaşmanın, merak edilenlerin sorulmasının ardından Aselsan'ı gezmeye koyulduk. Aselsan'da Ar-Ge olarak bir sürü bölüm ve yapılan sayısız proje var . Şu an burada yapılanları anlatmaya kalksam anlatamam. Çünkü o kadar komplike ve o kadar üzerinde çalışılması gereken ürünler var ki... Bir mühendis adayı için Aselsan tam bir cennet. Hele de yeniliklere açık ve araştırma kurdu bir mühendis iseniz.

Fabrika gezisinin ardından enfes bir yemek bizi bekliyordu. Günün en güzel kısımlarından biri de buydu aslında. Çünkü yemekler gerçekten harika idi :)



Yavaş yavaş gezinin sonuna yaklaşırken daha önce envanter testlerimizi yorumlamak üzere Aselsan çalışanlarının yorulduklarında nefes aldıkları, sıcak bir ortam olan pastaneye gittik. Gözde Hanım ile hem envanter testimi konuştuk hem de gelecek planlarımı yorumladık. Yaklaşık yarım saatlik bu güzel konuşmada gelecek planlarım az çok kafamda oturmuş oldu.

Veda zamanı geldiğinde hepimiz çok üzgündük. Çünkü bu kadar az sürede bile birbirimizi az çok tanımış ve sevmiştik. Fotoğraflar çekindik, mail adreslerimizi aldık derken artık ayrılma zamanı geldi. Bizlere bu harika fırsatı yaratan Aselsan'ın müthiş İnsan Kaynakları'na kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Bu yazımı da onlara armağan etmek istiyorum.

Aselsan önyargıları kırma konusunda müthiş adımlar atıyor. Türkiye'nin böyle milli ve yenilikçi şirketlere daha çok açık olması dileği ile. Bir dahaki serüvende görüşmek üzere :)

7 Nisan 2014 Pazartesi

Ağlamak Güzeldir!

İp yumağına bağlı şeylerden oluşuyor aslında hayatımız. Eğer güçlü isek farkedemiyoruz ne kadar ince bir ip üzerinde cambazlık yaptığımızı. Ne zaman tükenmeye başlasak, gücümüz azalsa hissediyoruz o ince ip üzerinde olduğumuzu . Düşme tehlikesi korkutuyor gözümüzü ve işte tam o anda dökülüyor gözyaşlarımız. Yani en azından bende böyle oluyor :)

Şu sıralar hayatımın fazlaca ince bir üzerinde olduğu hissine kapıldım, gidiyorum. Gitsem olmuyor, kalsam olmuyor. Soru işaretlerim hiç bitmiyor. Hayatı fazla ciddiye alıyormuşum bazı teorilere göre (!). Hayatı severken ciddiye almamak olur muymuş hiç? Deli saçması! :)

Annem hep uçlarda yaşadığımı söyler, ne kadar doğru tespit yaptığını böyle zamanlarda anlıyorum. Ağlamakla gülmek arasında bile o kadar ince bir çizgi var ki hayatımda, ne zaman hangi uçta olacağımı ben bile kestiremiyorum. Ağlamak bazılarına göre güçsüzlük göstergesidir, hele birinin yanında ağlayınca imajınızın sarsıldığı düşünülür. Ama bazen ağlamak güzeldir hele ki güçsüzlüğünüzü (ki ben ağlamayı güçsüzlük olarak görmem) bile paylaşabildiğiniz birinin yanında iseniz. Çünkü bilirsiniz ki tek başınıza ağlarken çaresizsinizdir ama yanınızda o güçlü kişi varsa daha rahat ve güvendesinizdir. Ve yine bilirsiniz ki sizi teselli etmese hatta tek kelime bile etmese o kişi yanınızdadır. Kısacası ağlamak sandığınız kadar kötü birşey değildir hele tek değilseniz. Ağlamak da en az gülmek kadar doğaldır. Özellikle herkesin birbirine sahte gülücükler attığı şu dünyada ağlamak daha doğrusu ağlayabilmek "binlerce duygu" demektir. 

Mesele ağlamak  değil, mesele hacıyatmaz olabilmek. Gözlüklerle uyunur mu hiç? Tabiki hayır... Hayatta da her zaman pembe gözlüklerimizle olamıyoruz malesef.  Bazen uykuya dalmak, gözlükleri çıkarmak ve biraz rahatlamak gerekiyor. İşte o rahatlama bende gözlerimden süzülen yaşlar ile oluyor. Her insan bir olmaz ki canım :) Sonra pembe gözlükler tekrar takılıyor ve ince ip üzerine geri dönülüyoooor. Artık kocaman gülüşümüzü saklamama zamanı... ;) 

Bu blogu seviyorum, çünkü yazdıkça anlıyorum kendimi. Keşfediyorum yeniden hislerimi, ruhsal serüven oluyor aslına bakarsanız bu da bir nebze. Bu da bir gönderme hani eğer okuyan profesyonel blog yazarlarımız var ise, konudan uzaklaşmısınız demesinler :)

Bu yazımı şarkı sözü ile bitirmek istiyorum. Belki imajına düşkün olanlarınız ve önyargılı olanlarınız vardır ağlayanlara karşı, kim bilir. Kırarsınız belki de bu önyargıları, ne dersiniz? :)


"Ağlamak şu gelip geçici dünyada
Her şeye rağmen var olmak demek
Ağlamak yaşayan binlerce duygu
İnsanca ve coşkulu güzel bir şeydir"